NEDEN KADINLAR GÜNÜ?
Ülkemizde ilk kez 1921 yılında kutlanmaya başlanan ve tarihçesi az bilinen “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” nü birçok yönüyle, biraz da farklı açıdan değerlendirmeye çalışacağız.
Dünyada her yıl 8 Mart’ta 100’den fazla ülkede kutlanan Dünya Kadınlar Günü, kadın hakları ve eşitliği için mücadele eden kadınların anısını yaşatmak ve kadınların topluma katkılarını vurgulamak ve bu alanda bir farkındalık oluşturmak amacıyla kutlanan uluslararası bir gündür.
Dünya Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler tarafından da tanınan uluslararası bir gündür ve dünya çapında 100’den fazla ülkede kutlanmaktadır.
Bazı ülkelerde resmi tatil ilan edilmiştir. Örneğin: Rusya, Çin’in bazı bölgelerinde, Kazakistan, Ermenistan, Belarus, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Vietnam, Gürcistan, Moğolistan, Laos ve Kamboçya gibi ülkelerde resmi tatildir.
ABD, Kanada, Almanya, Fransa, Türkiye, Hindistan, Brezilya ve birçok Avrupa ülkesi gibi yerlerde ise çeşitli etkinlikler ve farkındalık kampanyalarıyla kutlanmaktadır.
Kutlama şekilleri ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, genel olarak kadın hakları, eşitlik ve kadınların topluma katkıları vurgulanır.
Peki ama Kadın Hakları ilk defa ne zaman, nerede, hangi olaydan sonra kutlanmaya başlandı, buna neden ihtiyaç duyuldu? Biraz da bu konuya açıklık getirelim.
Kadın Hakları Günü’nün Tarihçesi
Her ne kadar kimi kaynaklarda farklı anlatılsa da esasen Kadınlar Günü’nün kökeni, sanayi devrimi sonrası kadın işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmek için verdikleri mücadelelere dayanır.
8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentinde tekstil işçisi kadınlar, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşullarına karşı greve giderler. Polis müdahalesi sonucu çıkan yangında birçok kadın hayatını kaybeder. Ancak kimi çevrelerce bu yangının bilerek çıkarıldığı ve kadınların bile bile diri diri yakıldığı ifade edilmektedir.
1908’de yine New York’ta 15.000 kadın, oy hakkı, çalışma saatlerinin kısaltılması ve daha iyi çalışma koşulları için yürüyüş yapar.
1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Alman sosyalist lider Clara Zetkin, 8 Mart’ın “Kadınlar Günü” olarak anılmasını önerir ve bu öneri kabul görür.
1911 yılında ise Almanya, Avusturya, Danimarka ve İsviçre’de ilk kez Kadınlar Günü kutlanmaya başlanır.
1917 yılında Rusya’da kadınlar, “Ekmek ve Barış” sloganlarıyla sokaklara çıkar. Bu gösteriler sonucunda Çar tahttan indirilir ve kadınlara seçme hakkı tanınır. Bu tarih, Jülyen takvimine göre 23 Şubat’tı ancak Miladî (Gregoryen) takvime göre 8 Mart’a denk gelmiştir. Bu nedenle 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edilir.
1975 yılında Birleşmiş Milletler (BM), 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak resmî olarak tanır.
1995’te BM’nin Pekin Konferansı’nda, kadın hakları konusunda küresel bir eylem planı belirlenir.
Günümüzde ise 8 Mart, dünya genelinde kadın hakları, cinsiyet eşitliği ve kadınlara yönelik şiddetle mücadele günü olarak kutlanmaktadır.
Türkiye’de 8 Mart kutlamaları ilk kez 1921’de başladı. 1970’lerden sonra kadın hareketlerinin güçlenmesiyle daha geniş çaplı etkinlikler düzenlenmeye başladı.
1980 askeri darbesi sonrası bir süre sekteye uğrasa da, 1984’ten itibaren yeniden kitlesel olarak kutlanmaya başlandı.
Bugün Dünya Kadınlar Günü, kadın haklarıyla ilgili farkındalık yaratmak, toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele etmek ve kadınların başarılarını kutlamak amacıyla dünya genelinde çeşitli etkinliklerle anılmaktadır.
Oysa 1400 yıl evvel İslâm dini kadınları bugün bile ulaşılamamış çok önemli bir yere koymuş, önemli haklar vermiş, çok önemli değerler atfetmiştir.
İslam’dan önce kadınlar ikinci sınıf insan olarak görülüyordu. Erkekler, kadınları bir mal veya mülk gibi görerek miras yoluyla sahiplenebiliyordu.
Kadınların toplumsal hakları oldukça sınırlıydı ve erkek egemen bir sistem hakimdi.
Bazı Arap kabilelerinde kız çocukları istenmeyen bireyler olarak görülürdü.
Fakirlik ya da onur kaybı korkusuyla kız çocukları doğar doğmaz diri diri toprağa gömülürdü.
Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bu zulme dikkat çekilmiş ve “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna sorulduğunda, hangi günahı sebebiyle öldürüldü?” (Tekvir, 8-9) Âyet-i Kelimeleriyle yasaklanmıştır.
Yine İslam’dan önce çok eşlilik yaygındı ve erkekler istedikleri kadar kadınla evlenebilirdi.
Kadın boşanma hakkına sahip değildi, ancak erkek istediği zaman eşini boşayabiliyordu.
Kadın, çoğu zaman mirastan pay alamazdı.
Kadınlar genellikle ticari veya siyasi anlaşmaların bir parçası olarak evlendirilirdi.
Kadınların ticaret yapması ve ekonomik özgürlüğü nadiren mümkündü.
Hukuki olarak kadınların şahitliği genellikle geçersiz sayılırdı.
Arap toplumunda putperestlik yaygındı ve kadınlar bazen tapınaklara adanırdı.
Bazı kabilelerde kadınlar, erkekler gibi belirli ritüellere katılabiliyor olsa da genel olarak dini liderlik ve ibadet açısından ikinci plandaydı.
İslam’ın Getirdiği Değişimler
İslam’ın gelişiyle kadın haklarında büyük değişimler yaşandı:
Kız çocuklarının diri diri gömülmesi kesin olarak yasaklandı.
Kadına miras hakkı tanındı.
Kadının evlilik ve boşanma hakları düzenlendi.
Kadınlar eğitim ve ticaret yapma konusunda teşvik edildi.
Erkeklere eşit bir birey olarak kabul edildi.
Tüm bunların ötesinde İslam cenneti annenin yani kadının ayakları altına serdi.
Netice itibarıyla İslam kadına gerçek manada değer veren, onu layık olduğu noktaya taşıyan, insan olarak kabul eden, birçok alanda hak veren bir huzur zeminidir.
İslam öncesi Arap toplumunda kadınlar büyük ölçüde haklarından mahrum bırakılmıştı. Ancak İslam, kadınlara hukuki, sosyal ve ekonomik alanlarda yeni haklar tanıyarak onların toplum içindeki yerini güçlendirdi.











YORUMLAR