KARANLIK ÇÖKTÜĞÜNDE
Son bir kaç gündür Abdurrahim Karakoç’un “Beyaz karlı, kara çamlı iri dağ Heybet nedir, ne değildir? Geceleri yapayalnız kalınca Uzlet nedir, ne değildir? Hiç başın ağrır mı, yoruldun mu? Birine küstün mü? darıldın mı? Sevdin mi, öptün mü, sarıldın mı? Hasret nedir, ne değildir? Düşlerine aldandın mı uykunun? Kucağında büyüdün mü korkunun? Zorluk nedir, ne değildir?” Dizeleri yankılar kulaklarımda…
Son derece sakin, sinek uçsa sesi duyulacak kadar sessiz bir dağdayız… Gözümüzün önünde uzayıp giden uçsuz bucaksız dağlar yokuşlu ve engebeli araziler, deli gibi esen rüzgâr bizlere adeta gücün ve ihtişamın endamını katıyor…
Dağlardaki acıyı görmeyen yürekteki sabrı bilemez. Bir kış günü uğradığımız bu dağlarda sabahın ilk ışıkları ile uyanıyoruz. Kendimizi yağan karların beyaz kollarında buluyoruz. Üşümenin ne olduğunu az çok bilirim. Ancak yüksek dağlarda üşümenin bu olmadığını, üşümenin bir nevi fedakarlık olduğunu öğreniyorum…
Gündüz, güneşin ışıklarını bolca döktüğü bu yüksek kesimler oldukça sakin. Gece ısınmak için yol arkadaşlarımla ağaçlık alanlara iniyoruz. Odunları toplayıp bulunduğumuz alana taşıyoruz. Buralarda karanlık çökünce kulaklarınız soğuktan kızarır. Heleki gecenin o derin saatlerinde üşüyen elleriniz, ayaklarınız size adeta kıymetini bilmediğiniz evin sıcaklığını anlatır durur…
İçinde bulunduğunuz zamanın, mekanın, muhabbetin ve mutluluğun kıymetini bilin. Değersizleştirdiğiniz bir çok şey, buradaki insanların tek hayalidir. Üşümeyen, yorulmayan, acıkmayan, susamayan, uyumayan, durmayan, duraklamayan, oksijenini dağlarda alan yüreği başkalarının özgürlüğü için atanlara selam olsun.











YORUMLAR