BİR ÖĞRETMEN NEDEN BU KADAR ÇOK SEVİLİR?..
Geçtiğimiz pazar günü ölümünün 5. yılında mezarı başında anılan Ziya Gökalp Lisesi’nin unutulmaz ismi, efsane Tarih Öğretmeni Mevlüde Tütenk’ten söz edeceğiz.
Ölümünün üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen neden unutulmadı, neden öğretmen arkadaşları ve öğrencileri tarafından hala bu kadar seviliyor, her anma programına iştirak ediliyor?
Mevlüde hocadan söz edersek, onu anlatırsak sanıyorum sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Öncelikle Mevlüde Tütenk’in kim olduğu ile ilgili kısa bilgiler verelim.
1938 yılında Diyarbakır’ın Cami Kebir Mahallesi’nde doğan Mevlüde Tütenk’in ailesi Diyarbakır’ın köklü ailelerinden biridir.
İlk ve orta öğrenimini Lice’de tamamladıktan sonra Diyarbakır’a gelerek Ziya Gökalp Lisesi’nde okudu. 1959 yılında Ziya Gökalp Lisesi’nden mezun oldu. 1960 yılında Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Buradan 1966 yılında mezun oldu. Aynı yıl öğrencilik yıllarının geçtiği Ziya Gökalp Lisesi’ne öğretmen olarak atandı.
38 yıl Tarih öğretmenliği yapmış, üstelik bunun 34 yılını mezun olduğu Ziya Gökalp Lisesi’nde, iki sene Diyarbakır Lisesi’nde, iki sene de Eğitim Fakültesi’nde yapmış çok değerli bir eğitim neferiydi.
Mevlüde Tütenk sıradışı bir kişiliğe sahipti. Öğretmen camiası ve yetiştirdiği öğrencileri tarafından kolay kolay hiç kimseye nasip olmayacak bir ölçüde seviliyor, değer ve itibar görüyordu.
Çok doğal bir insandı. Öğrencilerine yaklaşımı bir öğretmen gibi değil, bir anne yaklaşımı şeklinde, yoğun şefkat ve anaçlık barındıran tarzdaydı.
Öğrencisine annesi, halası, teyzesi, komşusu gibi hatta yeri geldiğinde arkadaşı gibi davranır, hiçbir öğrencisini ötekileştirmez, bilakis gariban, yoksul aile çocuklarına pozitif ayrımcılık bile yapardı.
Onu çok yakından tanıyan ve yetiştirdiği bir öğrencisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki o, öğrencileri için öğretmen arkadaşlarını ve okul idaresini karşısına almaktan çekinmeyecek kadar onlara düşkün bir öğretmendi.
Mevlüde Tütenk, bir öğretmenden çok fazlasıydı. Sırasında öğretmen, sırasında anne, sırasında dost, sırasında sırdaş, sırasında ceberrut bir büyüğünüz olabilirdi. Yani öğrencilerinin mutluluğu ve menfaati neyi gerektiriyorsa o sıfatla karşılarına çıkıyor, sıfatının hakkını veriyordu.
Anaçlık vasfı olağanüstü ağır basan, tipik bir Anadolu kadınıydı.
Kapısı herkese açık, derdi ne olursa olsun herkesin derdiyle dertlenen, engin hoşgörüsü ile de sanki Mevlana’nın dişi ve güncel versiyonu gibiydi.
Kin tutmazdı. İçten pazarlıklı değildi. Nota önem vermezdi. Öğrencilerini hiçbir zaman notla tehdit etmezdi. Sınavlarını öğrencilerine okuturdu. ( O dönem sınavları okuyan öğrenci ekibinin içinde yer alıyordum. )
Evine giden kim olursa olsun, büyük bir izzet ikram görmeden, yedirilip içirilmeden, derdi tasası sorulmadan, varsa sıkıntısı giderilmeden bırakılmazdı.
Yolu ZGL (Ziya Gökalp Lisesi)’den geçmiş yada geçmemiş, herkesin çok sevdiği, ismi anıldığı anda istisnasız herkesin yüzünde bir tebessüme yol açan, onunla ilgili hoş anıların peşpeşe anlatıldığı, şahsına münhasır, bir marka isimdi. Bu şehrin bir değeriydi.
Öğrencilerinin “Hacı Anası” ydı.
İlerlemiş yaşına rağmen 20’lik gençlere taş çıkartacak kadar müthiş bir hafızaya, kıvrak bir zekaya sahipti.
Çok neşeli, nüktedan, hoşsohbet bir insandı.
Karamsar olmadığı gibi karamsarlığı ve karamsar kişileri de sevmezdi.
Öğrencisini korur, kollar, sever, değer verir, değerli hissettirir, dinler, belki de yakın çevresinden görmediği ilgiyi gösterir, anne şefkatiyle sarar sarmalardı.
Yetiştirdiği öğrencileri arasında bakanlar, milletvekilleri, milli eğitim müdürleri, askerler, hukukçular, siyasetçiler, şairler, yazarlar, sanatçılar olan başarılı bir eğitimciydi.
Böylesine sevilen, tanınmış bir eğitimcinin hatıralarının ve adının yaşatılması adına evinin bulunduğu sokağa isminin verilmesi herkesin ortak arzusuydu. Böyle de olmalıydı, fakat öyle olmadı.
Benimde içinde bulunduğum bir heyetle İlçe Belediyeleri, Kaymakamlıklar, Muhtarlıklar ve Valilik arasında mekik dokuduk. Yazdık, çizdik, söyledik, anlattık. Ancak bir sonuç alamadık.
Mevlüde Tütenk, soylu ve asil bir aileden geliyordu.
Aslen Liceli olan Mevlüde hocanın babası uzun seneler Dabanoğlu Mahallesi’nin muhtarlığını yaptı.
Dedesi Mustafa Akif Tütenk, ilk TBMM’nin Diyarbakır Mebusuydu. Dedesi aynı zamanda bir hattat idi.
Diyarbakır’da onlarca nesil, onbinlerce öğrenci yetiştiren, 38 yıllık meslek yaşamına, 82 yıllık hayatına bir ömürden daha fazlasını sığdırmış, 17 Şubat 2020’de aramızdan ayrılan Mevlüde Tütenk, Baki’nin mısrasında zikrettiği ” Bu gök kubbede baki kalan ancak hoş bir seda imiş.” şiarıyla yaşadı ve gerçekten şu gökkubbe altında hoş bir sada bırakmış ender isimlerden biriydi.
Seni unutmayacağız hocam.
Ruhun şâd, mekanın cennet olsun öğrencilerinin “Hacı Ana”sı Mevlüde hoca.
Saygıyla…
Resul kardeşim eline kalemine sağlık , çok güzel yazmışsın.